bitimsiz yol

Adı: Bitimsiz Yol
Türü: Roman
Yayın Yılı: 2007
Yayınevi: Pentagram Yayınevi
Sayfa Sayısı: 326 sayfa
Boyut: 14 x 20 cm
Kağıt: İthal Kağıt
Kapak: Karton Kapak
Dili: Türkçe
ISBN: 978-975-00809-9-9

kitap hakkında

KAPAK ARKASI

Yitirilmiş bir aşk.
Bir adamla başlıyor.
Bir kadınla devam ediyor.
Adamın hayatından çıkaramadığı kadınlar.
Kadının hayatında dolaşıp duran adamlar.
Arzu dolu bedenlerin umutsuz arayışları.
Silikleşen bir kuşağın çıkışı olmayan insanları.
İç içe geçen, kesişen, karmakarışık yaşamlar.
Cehennem sıcağında, donmuş bir geçmiş.
Kutu kutu sakinleştiriciler.
Bir bavul, bir sözlük, bir umut…
Sonu olmayan bir yolculuğun romanı…

ROMANDAN ALINTILAR

Küp şekeri çay bardağına attım. Sıcak çayın içine düşen şeker, formunu korumak için direnmeye başladı. Ne kadar direnirse dirensin, bu direnişi on saniyeyi geçemeyecekti. Şimdiden çözülmeye başlamışlardı bile… Küp şekerin pes etmesini beklemeden bir çay kaşığı darbesi de ben indirdim.
İktidarın gücü bu işte!
Ortadan ikiye ayrılan küp şekerin yarısı, ikinci darbeye gerek kalmadan bardağın içinde iyice zavallılaştı; ezildi, büzüldü ve çözüldü. Ona acımayacağım! Bunu iktidarıma direnmeye başlamadan düşünecekti. Artık çok geç! Sonuna kadar direnme eğiliminde olan öteki yarısını çay kaşığına alıp, kaşık ile bardağın cam duvarına sıkıştırdım. Kaşıktan dökülenlerin bağrışmalarını acımasızca izlemeye başladım.
Katil iktidar!…
Kahrolsun faşizm!…
Baskılar bizi yıldıramaz!…
Direnişimiz sonuna kadar sürecek!
«Nah sürecek…» diye kendi kendime mırıldandım.
***
Genelevdeki kadınları düşünmüştüm; gitmemize yar olmayan kadınları… Çıplak bir kadının üstünde çıplak ben. Heyecanlı heyecanlı gidiş gelişlerim. Sonra boşalma anı. Boşlamayla birlikte infilak eden bir kadın bedeni! Kollar, bacaklar, kopuk bir baş, ortalığa saçılmış iç organlar…
Bir kan gölü içinde bir gıdımcık sperm…
***
«Çok küçükmüşler.» dedim.
Çok küçüktüler gerçekten.
«Az sonra salacağım hepsini.» dedi balık avcısı.
«Bunlardan biri ölmüş.»
«Biliyorum.» dedi. «Öteki de ölecek.»
Kovanın içinde yirmi kadar küçük balık vardı. Gene de öleceğini söylediği balığın hangisi olduğunu anladım. Bir süredir yakaladığı balıklarla ilgilenmeyen balık avcısı, hangisinin öleceğini biliyor, küçücük balıklara ve bana tanrılık taslıyordu.
***
Yollar…
Kendine özgü diliyle hep bir şeyler söyleyen çizgiler…
Bazen nettir bu çizgiler; kalın iki çizgiyi yan yana getirip, “Burada kesinlikle sollama!” der; bazen “Paşa gölün bilir.” der, bazen de “İster solla, ister sollama.” der.
Kimi zaman çizgilerin de kafası karıştığı için ne demek istediğini anlayamazsın. Onlar da bilmez demek istediklerini; sağında kesik bir çizgi vardır, solunda kesintisiz bir çizgi, ortasında bir kesik çizgi daha…
Birbirinin üstüne gelmiş çizgilerden hangisinin doğru olduğu bilinmez.
Bilsen de pek bir şey değişmez!
***
Bu gizemli bavulun içinde bir bavul dolusu esin perisi olduğunu düşünmeye çalıştım.
Camları kapatarak perileri bavulun dışına bıraksam; etrafımda uçuşsalar; bütün esinlerini bana vererek dünyanın en güzel öykülerini yazdırsalar; yemekler yapsalar; karnımı doyursalar; elbiselerimi giydirseler; benimle satışlara gelseler; arabamı kullansalar. Benimle yatıp benimle kalksalar…
«Esin perilerinin güzel tarafı aybaşı akıntıları yoktur.» diye mırıldandım.
***
«Bakın, ilk bölüm şöyle başlıyor.» diyerek postmodern romanını, postmodern postmodern anlatmaya başladı. «Kadın yaşadığı evinden elinde bavuluyla çıkıyor. İlk gördüğü taksiye binerek, “Dosdoğru git.” diyor. Şehrin dışına doğru ilerliyorlar. Taksici müşterisinin durumundan endişeli. Nereye gideceğini bilmiyor, ne zaman döneceğini de. Kadının parası var mı? O da belirsiz. Durum taksici açısından hiç de normal değil. Şehir dışında otuz kırk kilometre kadar gidiyorlar. Taksici, “Daha çok gidecek miyiz abla?” diye soruyor. “Çok.” diyor kadın. “Ne kadar çok?” diye soruyor taksici. “Bilmiyorum.” diyor kadın. “Taksiyle bilinmeyen bir yolculuğa çıkmak çok tutar abla.” diyor taksici. Kadın taksimetreye bakıyor; sonra çantasını içindeki paraları sayıyor; tekrar taksimetreye bakıp, “Biraz daha yolumuz var.” diyor. Çantasındaki bütün parayı taksiciye uzatarak, “Paranın yettiği yere kadar götür beni.” diyor. Taksici bir süre sonra, başı ve sonu olmayan ıssız bir yolda bavuluyla birlikte bırakıyor mor elbiseli kadını…»
Sustu.
Ben de sustum.
Konuşmuyordum ama sustum.
***
Postmodern olmayan bir roman klâsiğini yeni baştan okurken, kendi yazdığım öykülerin de onlar kadar değerli olduğunu düşünecektim. Son okuduğum sayfayı anlamak için bir kez daha okumaya çalıştığım sırada, sessizce, usulcacık, bana belli etmeden yaklaşacaktı ölüm.
İlk başlarda biraz terleyecektim; sonra kitap düşecekti elimden. Yere düşürdüğüm kitabımı eğilip almak istediğim halde yerimden kıpırdayamayacaktım.
Çünkü ölmüş olacaktım…
Ama öldüğümü bilemeyecektim…
***
«Günler geçtikçe sevinçlerin ve üzüntülerin daha da fazlalaştığı yıllar. Bir gün öncesinde onlarca genç insanın öldüğü bir memlekette bir gün sonra her şey bitti.» dedim.
«Ordu geldi, “Yapmayın!” dedi ve kimseler yapamaz oldu, değil mi?» dedi o da.
«12 Eylül’den sonra darmadağın olduk. Çoğumuz içeri girdi. Kalanlar ise yaşam derdine düşüp, iyice silikleştiler. Devamı da gelmedi.» diye açıkladım.
«Siz?»
«Ben şanslıydım.»
«Silikleşenlerden miydiniz?» diye sordu.
Nasıl da keskin bir soru!
***
Üçü birden erkeklik organına bakıp kahkahalar atarken, esin perileri de onlara eşlik etmektedir.
“Beceriksizsin.” der reprezantın sevgilisi.
“Ben senin yerinde olsam hiç affetmem.” der en yakın arkadaşı.
“Haydi, daha fazla bekletme.” der en yakın arkadaşının karısı.
“Haydi, haydi!” diye tempo tutar esin perileri.
***
Tekrar deneyi…
On tabaka standart, hani “dosya kağıdı” denilen kağıdın arasına klâsik karbon kağıtlarını yerleştirin. En üsttekinin tam ortasına, kocaman harflerle TEKRAR yazın. Karbon kağıtlarını çıkartarak ama kağıtların sırasını bozmadan yaptığınız deneyin sonuçlarını değerlendirin.
İlk kopyadaki TEKRAR yazısı, orijinalde olduğu gibi pırıl pırıl, ikinci ve üçüncü kopya da öyle, dördüncü kopya biraz silikleşmiş, beşincide silikleşme artıyor, altıncıda yazı okunmaz oluyor, yedinci ve sekizincide ne anlam içerdiği belli olmayan birbirinden kopuk çizgiler var. Dokuz ve onuncu sayfalar neredeyse bomboş.
Gittikçe zayıflayan tekrarlar!
Üstüne yazı yazdığımızı biliyor olsak da kayıtlara geçmemiş, sanki hiç yazılmamış!
***
«Pezevenge bak! Ödenmemiş ha!» demektedir.
Onun gözünde çekini karşılıksız bırakıp ödemeyen biri “pezevenk” olduğu için, bu klâsik yakıştırmasıyla konuşmaya başlamaktadır. Benim gözümdeyse, pezevenkler çek kullanmaz. Bir kadın satıcısının bir diğer kadın satıcısına, satmak üzere aldığı kadınların ödemesini yaparken kestiği çekleri gözümüzde canlandıralım:
«Çekleri otuz, atmış, doksan günlük vadelerde kesip gönderiyorum.» dediğini düşünelim.
«Çekle karı mı satılır ağbi? Sen utanmadan fatura da istersin şimdi.» demek zorunda kalmaz mı öteki pezevenk?
«Masraf göstermek lazım.» dermiş o zaman da hesabı çekle kapamaya niyetli diğer pezevenk.
Tamam!
Böyle bir şey olmaz ama her çekini zamanında ödemeyene de “pezevenk” demek akıllıca değil.
***
«Dokunma lütfen!» derken, uyarıldığımı bildiği halde dokunmamı istemezdi.
«Haydi Ilgın, çok oldu sevişmeyeli.»
«Bugün hiç keyfim yok.»
«Benim için sevişelim.»
«Olmaz Metin. Haydi, uyu artık.» dediğinde, o uyurdu ama ben uyuyamazdım.
Uyumasını beklerdim.
Uyuduğundan kesinlikle emin olduktan sonra da onu okşamaya başlardım.
Uyuyan bir kadınla sevişmek ne rahattı.
Bazen yaptığımın farkına vararak kıpırdandığında, iyice sessizleşirdim.
Ses çıkarmadan, nefes bile alıp vermeden…
***
Tek bir kurşun ikimizi birden öldürmeye yeter mi?
Hani filmlerdeki kötü adamın elinde bir tabanca, tabancanın içinde tek bir mermi, kötü adamın karşısında iki iyi adam, yerde bir tabanca ve tabancanın içinde kötü adamı öldürmeye yetecek kadar çok mermi olur ya!… Kötü adam iki iyiden birini öldürdükten sonra ikinci iyi tarafından öldürülür ya!…
Şimdi soru şu: Ölecek olan iyi hangisi?
Herkes çıkış yolu aramaktadır. Uzlaşma yok. Kaçmak olanaksız. İyi bir nişancı olan kötü adam, beklediği anı yakaladığında tetiğe basar. Kurşun birinci iyinin sağ gözünden girip, beyinciğin içinden geçerek çıkar ve ikinci iyinin sol kaşına saplanır. Her iki iyi de cansız yere yıkılır. Kötü adam tabancasının namlusundan tütmekte olan dumanı üfler. Tabancasını kılıfına koyarak, arkasını dönüp gider. Öteki tabanca ise yerde kalakalır; eylemsiz…