ete kemiğe büründüm

Oyunun Adı: Ete Kemiğe Büründüm

Hedef Seyirci: Yetişkin
Oyunun Biçimi: Epik Tarihi Oyun
Bölüm: İki Perde
Dekor: Simgesel Aksesuarlar
Kostüm: 13. Yüzyıl dönem kostümü
Oyuncu Sayısı: 20 (Erkek: 15, Kadın: 5) (Oyuncu sayısı farklı olarak sahnelenebilir.)
Yardımcı Oyuncu: En az 10 yardımcı oyuncu
Not: Dans ve müzik konusunda yetenekli yardımcı oyuncular tercih edilmelidir.

Bu tiyatro oyunu, 2013 yılında Eskişehir Valilince düzenlenen ‘Yunus Emre Tiyatro Oyunu’ yarışmasında; Lemi Bilgin, Tamer Levent, Işıl Kasapoğlu, Bülent Emin Yarar, Toron Karacaoğlu, Hasan Erkek, Ayşegül Bafralı, Erol İpekli, Ersin Sanver, Erhan Yazıcıoğlu, Sibel Arıcan ve Atilla Yiğit’ten oluşan jüri tarafından “Üçüncülük Ödülü”ne değer görülmüştür.

ödüllü tiyatro oyunu hakkında

ÖNSÖZ YAZISI

“Ben bir kitap okudum,
Kalem onu yazmadı,
Mürekkep eyler isem,
Yetmeye yedi deniz…”
Ne de güzel söylemiş Yunus Emre…
Bu tiyatro oyunu ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm,’ sözleriyle, yaşamını özetleyen Yunus Emre’nin mürekkep eyleyemediği hikayesidir. Çok uzun yaşamanın karşılığı olarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılışına ve küllerinden dirilişine tanıklık yapan ozanımızın, kendini sığaya çektiği manevi bir yolculuktur. 13. Yüzyılın kanlı panoramasında insan kalabilmenin direnişidir. Bir büyük göçün hikayesi aslında anlatılmaya çabalanan…
Yunus Emre’nin yaşamını yönlendiren tarihi kişiler ve Anadolu’da yeniden yolunu belirleyen tasavvuf anlayışı, kimi zaman rivayetler, kimi zaman tarihin acımasız gerçekliği ya da ozanın nefesleriyle harmanlanarak tiyatro sahnesine taşınmaktadır.
Türk savaşçıların zorladığı Anadolu sınırları, 1071 yılındaki zaferle göçerlere ardına kadar açılır. Kıl çadırlı Türkmenlerin tahta kapılılara dönüşmesiyle Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu tamamlanacaktır. Bir yanda haçlı seferleri, diğer taraftan sultan çocuklarının saltanat kavgalarıyla 13. Yüzyıl’ın ortalarına yaklaşılmıştır. ‘Ulu Sultan’ olarak göçerlerin gönlünü kazanan Alaeddin Keykubat’ın devleti altın çağındadır. Din adamlarından bilim adamlarına, sanatkarlarından tüccarlarına kadar dünyanın cazibe merkezine dönüşmüştür Anadolu toprakları…
Bu arada Moğol atlılarının Orta Asya bozkırlarındaki acımasızlıkları tedirginlik yaratmaktadır. Can derdine düşen göçerlerin yığınlar halinde Anadolu’ya sığınması devlet düzenini sıkıntıya sokar. Ulu Sultan’ın akıllıca yaklaşımıyla, sınır topraklarındaki tampon bölgelere göçerlerin yerleştirilmesiyle uçbeylikler oluşturulur. Sırada Moğollara karşı alınması gereken önlemler vardır. Zor dönemde Alaeddin Keykubat’ın zehirlenişi, Anadolu Selçuklu Devleti için karanlık günlerin habercisidir. Babasının cinayetinden sorumlu tutulan Sultan Gıyaseddin, sarayındaki tatlı hayatı tercih edince, devletin düzeni temelinden sarsılır. İlk yanlışı Türkmen devlet adamlarını tasfiyesiyle başlar. Ahi ve Türkmen liderler, göçerlere yapılan adaletsizliklerden huzursuzdur. En sonunda ‘Babailer İsyanı’ olarak bilinen ayaklanmayla Anadolu karışır. Bir halk hareketine dönüşen Türkmenlerin isyanı Selçuklu sultanını tahtından edecek kadar büyümüştür. Giderek kalabalıklaşan Türkmenler Konya’ya doğru yürümektedir. Son aşamada Selçuklu ordusu tarafından Malya Ovası’nda durdurularak kılıçtan geçirilirler. O kıyımın ortasında Taptuk Emre’nin yardımıyla dünyaya gelen Yunus Emre, Babailer isyanından geriye kalan kılıç artıklarındandır. Çok geçmeden devletin adaletsizliklerine Anadolu’yu işgal eden Moğolların acımasızlığı eklenir.
Taht kavgaları, iktidarın gücünü elinde tutmaya çalışan devlet adamlarının hainlikleri, acımasız komplolar, siyasi cinayetler, saymakla bitmeyen alçaklıklar silsilesi…
En fazla halkın ezildiği kara düzen; daha çok asker ve daha fazla vergi tahsilatı için yapmadığını bırakmayan iktidar…
Bu anlamsız savaşların dışında kalmaya çalışan Yunus Emre, kimi zaman karasabanın ardında analığının tarlasını sürecek, kimi zaman da devlete kaptırdıkları öküzün yerine boyunduruğu kendi boynuna geçirecektir. Bir şeyhin eteğine tutunmaya niyetlenince, dünyaya gelişine vesile olan Taptuk Emre’nin tekkesinde kendini bulur. Yol atasının kızına duyduğu aşktan ilahi aşkın gizemine uzanır. Çiğ iken pişer. Ham iken olgunlaşır. Aşk ateşinde ‘Bana seni gerek seni…’ diye kavrulur. Bir kül zerresine dönüşerek tasavvufun derinliklerinde savrulur. Bir olmanın, birliğe kavuşmanın umuduyla Kaf’tan Kaf’a yürüyüşlerinde halkının nefesi olur. Halk ozanının dilden dile dolaşan nefesleri yüzyıllar aşarak günümüze ulaşır.
“Ben gelmedim dava için,
Benim işim sevgi için,
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim…”

KONU

Anadolu Selçukluları’nın çöküşünü başlatan Babailer İsyanı Yunus Emre’nin yaşama gözlerini açtığı yıldır. Hemen ardından Orta Asya’yı kasıp kavuran Moğollar Anadolu’yu istila eder. Onun gençlik yıllarında Ahi Evran, Hacı Bektaş ve Mevlana gibi mutasavvıflar Anadolu’daki Türkleşmenin ve İslamlaşmanın rotasını belirlemekteydi. Günümüz Türkiye’sinde de aynı rotadan ilerlenmektedir. Bu dini liderlerin olgunluk dönemlerine tanıklık yapan Yunus Emre yarım yüzyıl daha yaşayarak Anadolu’daki insanının sesini günümüze taşımıştır.
Ete kemiğe bürünmüş Yunus Emre’nin çocukluğu ve gençliği Türkmen göçerlerin yaşadığı acılarla geçer. Bir asker olarak anlamsız savaşlarda kılıç sallamak yerine kendi gerçeğinin peşine düşecektir. İlk aşkıyla Taptuk Emre’nin tekkesinde tanışmış, aşk acısıyla kıvranarak manevi yolculuğunu sürdürmüş ve tanrısal aşkın manasını kavradıktan sonra tekkeden ayrılmıştır. Ne cennet ne de cehennem umurunda değildir artık; çokluktan tekliğe ulaşmanın derdine düşmüştür; ömrünün kalanını Yaratan’a kavuşmanın hayaliyle geçirecektir. Bir sufi olarak Anadolu’yu dolaşır. Türkmenlerin acımasızca katledilişine tanıklık yapar. Sözleri dilden dile ulaşmakta, kabuk tutmayan yaralarına merhem olmaktadır.

YAZAR GÖRÜŞÜ

Birçok yazar Yunus Emre’yi efsaneleşen taraflarıyla ya da mistik yönleriyle anlatmayı tercih etmiştir. Bizim Yunus Emre’miz ise döneminin gerçekliği içinde yaşama tutunmaya çalışan Türkmenlerden biridir. Her Türkmen göçeri gibi acılarla büyümüştür. Bu bakışla açısı Yunus Emre’nin öyküsünü benzerlerinden faklılaşmaktadır.
Köy seyirlik geleneğine uygun olarak yazılan tiyatro oyununda Anadolu’nun gerçeğini, Anadolu’nun diliyle anlatılır. Birçok sahnede dans ve müzik kullanılması gerekmektedir. Köy seyirlik öğeler oyunun ruhuna uygun düşmekte ve sahnelemedeki teknik zorlukları ortadan kaldırmaktadır. Oyun çerçeve sahnenin dışındaki uygulamalara açıktır. Çok fazla sahne ve hızlı geçişler olduğundan gerçekçi dekor kullanılmasına gerekmez, insan malzemesi dekoru oluşturacak, aksesuarlar eksikliklerini tamamlayacaktır. Oyuncu sayının azaltılması ya da çoğaltılması mümkündür.
Köy seyirlik geleneği göstermeci tiyatroya oldukça yakındır. Batı tiyatrosuna yönelen yazarlarımız tarafından yeterince tanınmaz. Bu yapısıyla ‘Ete Kemiğe Büründüm’ oyunu Türk tiyatrosunu yöreselden evrensele ulaştırma iddiasındadır.
Genç, orta ve ileri yaşlardaki seyircilere hitap edebilecek içeriğe sahiptir.